Kangchenjunga. Keng-cen-jun-ga
Kuzey Hindistan’daki Sikkim Eyaletinin çayları ile meşhur Darjeeling şehrine gelmezden önce bu ismi hiç duymamıştım ki bu cehaletimin yegane sorumlusu Mark Twain’in ta kendisidir, arz ederim.
Eğer sevgili Bay Twain 1896’da bu şehirden başladığı Himalayaların oyuncak treni “Toy Train” ile yaptığı seyahatin ardından “Yeryüzünde geçirdiğim en eğlenceli gündü” demeseydi ve yine Bay Twain’in bir hayli meşhur olmasından ötürü bu sözü her yerde karşıma çıkıp da Darjeeling’de yapılacak tek şey sanki Toy Train’e binmekmiş gibi bir algı yaratılmasaydı, o malum sabah Tiger Hill’de Kangchenjunga’yı ilk kez gördüğümde, karşımdaki o muhteşem manzara hakkında daha önce hiçbir şey duymamış olmaktan ötürü hissettiğim o derin suçluluk duygusunu da yaşamayacaktım.
Ne mi diyorum? Birazdan…
Evet, Nepalliler için; Kangchenjunga. Nepal dilinde “karların beş hazinesi” demek. Beş zirvesi var çünkü.
Hindistan Nepal sınırına yerleşmiş, Darjeeling şehrine 70 küsur kilometre mesafedeki bu beş zirve veya beş hazine tanrının zenginliklerini temsil ediyorlarmış; altın, gümüş, mücevherler, tahıllar ve kutsal kitaplar.
Himalayaların etnik gruplarından Limbu halkı için ise Sewalungma yani “selamlarımızı sunduğumuz dağ”…
Geleneklerden ve kutsal olan her şeyden ışık hızıyla uzaklaşan modern dünya için ise Everest ve K2’den sonra fethedilecek en yüksek üçüncü zirve; 8586 metre yüksekliğinde. Fakat en zorlularından ve kesinlikle de en yalnızı.
Şimdi yazacaklarım saçma gelebilir belki ama bir yerin ismini duyduğumda kulaklarımda yarattığı o tını orayı sevmem konusunda önemli bir etken benim için. Ne bileyim Ushuaia isminin nasıl söylendiğini ilk duyduğumda bu şehre olan ilgim daha da bir artmıştı sanki. (Uş-hu-a-ya, ilk a hafif uzatılacak). Hatta vaktizamanında sırf ismi nedeniyle bir futbolcuyu en sevdiğim futbolcular arasına koyduğumu bile anımsarım. Nasıl futbol oynadığını anımsamıyor olsam bile ismi hala aklımda… (o-lar (a ince)-ti-goy-çe-ya, Arjantinli bir orta saha oyuncusu…)
Sırf söylenişi nedeniyle bende bıraktığı etki bir hayli derin olsa ve bu adeta büyülü sözcüğü mırıldanmayı cidden sevsem de izninizle yazının bundan sonrasında Kangchenjunga yerine kısaca sadece Kang demek istiyorum. Her seferinde yazması biraz zül gelmeye başladı, itiraf ediyorum.
Kang için en zorlu zirvelerden ve kesinlikle en yalnızı demiştik en son. Annapurna’nın ardından 8000’likler kulübünün en az tırmanılan üyesiymiş. Oysa insan hep en yüksek en zordur gibi düşünüyor değil mi?
Değilmiş. Sözgelimi dünyadaki toplam 14 adet 8000 metrelik zirvenin 12’sine çıkmış Tunç Fındık’a göre Everest, teknik ve lojistik açıdan tırmanılması en kolay 8000’liklerden. Kang ise yine Tunç Fındık’a göre en az “çok zor” olarak ünlenmiş Pakistan’ın K2’si kadar zorluymuş.
Fakat popülerliği maalesef Everest ve K2 kapmışlar. Bir dağcının esprili olarak dediği gibi:
“Kang yeterince ünlü değil. Everest’in şöhreti ve K2’nin prestiji Kang’da yok maalesef. Düşünsenize Everest’te zirve yapınca mahallenizin kahramanı olacaksınız, K2’de zirve yaptığınızda ise dağcı dostlarınızın saygısını kazanacaksınız. Ama 12 haftalık zorlu bir mücadelenin ardından hayatınızı ortaya koyup, Kang’da zirve yapıp döndüğünüzde ofisdeki arkadaşlarınız çıktığınız zirvenin adını hiç duymamış, duyduklarında ise telaffuz bile edemiyor olacaklar…”
Öngörülmesi imkansız hava koşulları, inanılmaz soğuk, çok sık karşılaşılan çığ düşmeleriyle Kang yüzde 22’lik bir ölüm oranına sahipmiş. Ve bu oran dünyadaki diğer zirvelerin aksine, giderek artıyormuş.
Büyük olasılıkla her dağcının içinde “Sen mi büyüksün ben mi ey Kang!” şeklinde bir meydan okuma hissiyatı yaratsa da önce derin bir nefes alıp düşünmeyi gerektiren bir zirve Kang anladığım kadarıyla. Kafadan meydan okumaktan vazgeçmeli. Neyse dağcı değilim. Ben sadece Kang görüp, fotoğrafını çekmekle yetinenlerdenim.
Kang hakkında bir sürü de ilginç efsane var. Sözgelimi Kang, yerel halkın Dzö-nga veya “Kang Şeytanı” ismini verdikleri tanrısal bir yaratığa ev sahipliği yapıyormuş. Bir tür yeti… Ve sıkı durun; 1925 yılında bölgede araştırmalar yapan bir İngiliz coğrafya ekibi bu yaratıkla karşılaştıklarını rapor etmişler…
Kang’ın zirvesi Sikkim halkı için kutsal kabul edildiğinden ilk tırmanışlar zirveye birkaç metre kala sonlandırılmış. Mesela 1955 yılında ilk kez Kang’ın zirvesine ulaşabilen İngiliz Dağcılar Joe Brown ve Geroge Band böyle yapmışlar. Fakat yukarıda da dediğim gibi artık gelenekler ve kutsal olan her şeyden ışık hızıyla uzaklaşan modern dünya dağcıları bu “kutsal zirve” konusunu pek sorun etmiyorlarmış.
Artık Kang ile karşılaşma hikayeme dönebiliriz sanırım.
Bir köşesi Darjeeling’in meydanına bakan “klas” hotelimiz Windamere’deki son gecemizde biraz erken yatıyorum. Ertesi sabah 4’de yola düşeceğiz çünkü.
Bu arada otel gerçekten klas. Sahibesi Sevgili Bayan Elizabeth otele giriş yaparken sizi kapıda karşılıyor, daima gülümseyen ve daima “sir” diye hitap eden, beyaz eldivenli garsonların servis yaptığı yemeklerde tüm masalara tek tek uğrayıp hatırınızı soruyor ve ayrılırken de bizzat kendisi uğurluyor. Güzel, bol ağaçlı bir tepe üzerine kurulu otel cidden güzel. Odalar ve hizmet de öyle. Yine de İngiliz Bayan Elizabeth ve Hintli çalışanları arasındaki iletişim sanki biraz “üzerinde güneş batmayan” Britanya İmparatorluğunun sömürgecilik geleneği konusunda düşünmeme neden oluyor. Bunu Namibya’da da hissetmiştim, bakınız Hollandalı bir aile tarafından işletilen Mazambala Nehir Kampı... Ya da Bayan Elizabeth sadece işini titizlikle yapan bir patrondu ve ben de sadece sömürgeci batılılara kılım, bilmiyorum.
Neyse, ertesi sabah 4’te yollara düşeceğimiz için erken yattığım o gecenin sabahındaki hedefimiz Kang’ı kısa süreliğine de olsa görebilme umuduyla gideceğimiz Tiger Hill yani “Kaplan Tepesi”. Burası Darjeling’e 11 kilometre mesafede ve kim bilir kaç tepe üzerine kurulmuş bu şehrin 2590 metrelik rakımıyla en yüksek tepesi ki Darjeeling’e Tepelerin Kraliçesi -Queen of the Hills- de denirmiş…
Tiger Hill muhteşem bir gün doğumuna sahip olmasıyla meşhur. Bir de diyorlar ki Kang gün doğumundan hemen sonra Tiger Hill’de kendini bir süreliğine gösterir ve ardından bulutların arasında kaybolurmuş. Sonra ara ki bulasın…
Sabah gün doğmadan bizi taşıyan aracımızla birlikte Darjeeling sokaklarına dalıyoruz. Ama buralarda sokak-cadde kavramları biraz farklı. Tepelerin Kraliçesi Darjeeling’de sokaklar olabildiğince dar ve yokuşlu. Zikzaklar çizerek ilerliyoruz.
Zikzaklar çiziyoruz derken yukarıda fotoğrafını da paylaştığım binanın –Hotel Shambala- köşesinden söz etmeliyim mutlaka.
Tam bu köşede otelimize giden sokağı bir alttaki caddeye bağlayan bir ara sokak var. Fakat otele giden sokak o kadar dar ve bağlantıyı sağlayan ara sokak da öylesine anlamsız bir açı ile kesişiyor ki herhangi bir aracın buradan dönebilmesi olası değil. Dönmemiz gereken noktadan biraz daha ileriye gidiyor ve sonra geri geri manevra yaparak aradaki sokağı geçip elli metre kadar aşağıdaki caddeye ulaşıyoruz.
Evet yukarıda da dediğim gibi trafiğe dalıyoruz ve evet sabaha karşı 4’de Darjeeling sokaklarında ciddi bir trafik var. Çünkü sanki şehirdeki herkes Tiger Hill’e gidiyor.
Tiger Hill’e yaklaşabildiğimiz son noktada ki güneşin doğuşunu izleyebileceğimiz hedefimize daha 2 km kadar var, araçtan inip yürümek zorunda kalıyoruz. Yol kapalı, önümüzde dar yolun iki şeridini de işgal eden sıkışıp kalmış bir araç yığını var. İlerlemek mümkün değil… Başlıyoruz yürümeye.
Hava soğuk ve yol araç dolu, yol kenarındaki ağaçlarla yol arasında kalan dar alan taşlık, kalabalık ve zifiri karanlık…
Tam da bir seyahat yazarı olarak dürüst olunacak anlardan biri. Takip edenler anımsayacaklardır seyahat güzellemeleri vs diye bir yazı yazmıştım. Hani seyahatlerde hemen daima her şey çok güzeldir, inanılmaz keyiflidir falan filan… İşte dünyanın bir köşesinde ne zaman o gün Tiger Hill’e ulaşmaya çalışırken yaşadığımın benzeri bir anı yaşasam aklıma bu güzellemeler gelir ve gülerim. Düşünsenize teorik olarak tatilde olduğunuz bir gün saat 3.30’da uyanıp 4’te yola çıkmışsınız, dışarısı acayip soğuk, araç kalabalığından hedefinize ulaşamıyor yürümek zorunda kalıyorsunuz, yürüyebileceğiniz bir patika bile yok, zifiri karanlıkta iri taşların üzerine basıp düşmemeye çalışarak zar zor ilerliyorsunuz, üstelik düz bir yol da değil, “tatlı” bir yokuş çıkıyorsunuz ve hızlı olmalısınız çünkü güneş birazdan doğacak… İşte o anda size saçmalık olarak gelen bu anı yaşamak için üzerine bir ton para ödediğiniz aklınıza geliyor ve ister istemez sinirleniyorsunuz… Hemen bir selfie çekip, Tiger Hill çok güzel gelsenize diye Instagram’da fotoğraf paylaşılacak müstesna bir an yani…
(Tam da bu noktada ne olacak ki birkaç kilometre soğukta yürüyüdüysen, millet Kang’a tırmanıyor diyeceklere ise herhangi bir yanıtım yok…)
Neyse güneş doğmadan tepeye ulaşıyorum. Nefes nefese ve kan ter içerisinde…
Tepede çatısında baz istasyonu benzeri birtakım cihazlar olan 3 katlı bir bina var. Gözlem kulesiymiş. Tüm pencereler ve ufak terası insanla dolu. Binanın önünde de platform diyebileceğimiz düzlük bir alan var. Tabii ki burası da insanla dolu.
Platformun ortasında bir yerlerde ayakta durup yüzünüzü ufuktaki dağ sırasına çevirecek olursanız karşınızda yaklaşık 250 kilometre uzunluğunda bir Himalaya manzarasına denk gelen ufuk çizgisi var. Güneş bu hattın hafif sağından doğuyor. Kang ise, güneş ışıklarıyla birlikte sol tarafta görünür oluyor.
Ve bu sözünü ettiğim pozisyon tamamen varsayımsal bir durum. Yukarıdaki fotoğrafta da görebileceğiniz üzere platform üzerinde o kadar çok insan var ki. Hayaleriniz arasında Tiger Hill’e erkenden gideyim, tripodumu falan kurup gün doğumunu veya Kang’ı fotoğraflayayım gibi şeyler varsa hayal olarak kalma olasılıkları çok yüksek, demedi demeyin…
Tiger Hill ile ilgili bir diğer ilginç durum da şu: Kalabalığın yarısı, genellikle Hintliler yüzlerini ve kameralarının objektiflerini güneşin doğumuna çevirmişken, diğer turistler ise –ben de dahil- diğer tarafa yani Kang’a dönmüş bekliyorlar.
Hintlilerin beklediği gün doğumu herhangi bir gün doğumundan daha güzel değil açıkçası. Fakat gün doğumundan hemen sonra zirvelerini göstermeye başlayan Kang, işte o çok güzel.
Fakat şunu da akılda tutmak lazım: Derler ki Tiger Hill’de sis ve bulutlar bazen mistik birtakım oyunlar oynarlarmış. Güneşin doğuşunu görmeniz münkün olmayabilirmiş mesela. Veya hemen öncesindeki o kızıllığın ardından ortalığı bir anda sis kaplarmış bazen. Hatta çoğu zaman Kang da lütfedip kendini göstermezmiş…
Evet ben şanslıyım. Güneş doğuyor, Kang bulutlu da olsa zirvelerini görmeme izin veriyor. Mistik oyunlar bugün yok…
Kang gerçekten çok güzel. Yıllar sonra bugün bu yazıyı yazarken bile heybetli görüntüsü gözlerimin önünde hala. Ve eğer Mark Twain’in yolu Tiger Hill’e düşseydi Kang hakkında nasıl bir özlü söz ederdi diye düşünmeden yapamıyorum.
Kalabalıkla birlikte birkaç saat önce bir hayli gergin tırmandığım yokuştan aşağıya doğru, bu kez gün çoktan aydınlandığından önümü görerek yürümeye başlıyorum. Artık gergin değilim, Kang’ın muhteşem görüntüsü iyi geldi. Peki Tiger Hill çok güzel gelsenize temalı bir fotoğraf paylaşır mıyım? Tabii ki hayır…Tiger Hill’de Kang’ı izlemek çok güzel ama “gelin” der miyim? Hayır. İyi tanımadığım insanlara nereye gitmeleri konusunda tavsiyede bulunmayacak kadar tecrübem var….
Aracımızın yanına ulaştıktan sonra etrafımızı saran yüzlerce aracın arasına karışmaktansa yol kenarında bir yerlerde biraz daha Kang’ı izliyoruz.
Otele dönüp, hızlıca bir kahvaltı yaptıktan sonra yeniden Darjeeling’i keşfetmeye devam edeceğiz. Tabii ki kahvaltıda sevgili Bayan Elizabeth’e “Kang bize kendini gösterdi, şanslı azınlıktanız” demeden duramıyor, kahvaltı salonundaki diğer turistlere havamızı atıyoruz.
Fakat dışarı çıktığımızda fark ediyoruz ki gün boyunca Darjeeling’de her başınızı kaldırdığınızda Kang gösteriyor kendini.
Keza ertesi gün de.
Şehrin siluetinin üzerinde havada asılıymış gibi duran, uzaklarda ama sanki çok da yakın, başı dumanlı muhteşem beyaz zirveler…
Derler ki yılda sadece birkaç gün gökyüzü açıktır ve Darjeeling’den Kang’ı görebilirsiniz.
Ya külliyen yalan ya da bizler çok şanslıydık…
Darjeeling’de başka görülecek yerler de var. Mark Twain’in Toy Train’i, inanılmaz sevimli bir hayvan olan Kızıl Panda’nın fotoğraflarını çektiğim hayvanat bahçesi, Tibet’i işgal ettikleri için Çin Hükümetine bir kez daha kıl olduğum Tibetli Mülteciler İmece Merkezi (Tibetan Refugees Self Help Center) ve başkaları… Her şeyden önce Darjeeling’in çayları var.
Ama bunlar başka bir yazıya. Benim için Darjeeling demek sadece Kangchenjunga demek…
Cok guzel olmus dostum…
İyi bir gezginsin sen;
-hakkıyla gezen
– ve gezisini dogru bilgiler ve dogru kelimelerle
Paylaşan…
Kalemine saglık..
Merhaba,
Şimdi siz de düzenlenmekte olan web etkinliğine katılabilirsiniz. Blogum Harika kampanyası ile websiteniz veya blogunuzla kazanmaya aday olun, websitenizi tanıtın, promosyon ödüller kazanın. Sponsorlarımızın desteği ile bloglar arası etkinlik yarışmamızı 2018 yılı içerisinde yeniden düzenliyoruz. Katılım için web sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
Web : http://www.blogumharika.com/
Mail: iletisim@blogumharika.com
Bunu da büyük bir keyifle okudum …
Gezginleri tek bir çatı altında toplamak ve onların gezilerini konu alan hikayeleri okuyucuya ulaştırma amacı ile doğmuştur.
İlginizi çekerse iletişime geçebilirsiniz.