Dikkat: Fotoğraflar yazının sonunda
Sosyalist Küba’da bu kadar coşkuyla kutlanan İşçi Bayramı 1 Mayıs’ın, Amerika Birleşik Devletlerindeki bir grup işçinin ilk kez patronlarına direndikleri tarih olması sizce de ilginç değil mi?
1886 yılında ABD’nin Chicago kentinde yaklaşık yarım milyon işçi ağır çalışma koşulları ve uzun mesai saatlerini protesto etmek için greve giderler. Tarih 1 Mayıstır. Üç yıl sonra Paris’te düzenlenen Uluslararası İşçi Kardeşliği Teşkilatı Kongresinde alınan kararla da 1 Mayıs tüm dünyada İşçi ve Emekçilerin Bayramı olarak kutlanmaya başlanır.
1 Mayıs’ta Küba’da olmakla ilgili takıntım ilk ne zaman başladı hatırlamıyorum. Büyük ihtimal seyahat virüsünün damarlarımda ilk kez dolaşmaya başladığı zamanlara denk geliyordur. Fakat her ne kadar kendimi hafiften sol eğilimli bir adam olarak görsem de bu takıntım, 1 Mayıs’ın emekçiler için birlik ve dayanışma içeren o özel anlamından çok, o gün Küba’da Devrim Meydanında olmakla ilgili bir şey. Demek istediğim; Karnaval’da Rio’da, Sakura (Kiraz çiçekleri) zamanı Japonya’da veya Katrina mahvetmeden önceki haliyle Mardi Gras’ın başladığı Salı günü New Orleans’da olmak gibi… Eski Tüfek Solcu Ağabeyler bağışlasınlar lütfen!
Fakat eğer şansım olsaydı sanırım malum anlamıyla 1 Mayıs’ı eski SSCB’nin kalbi Kızıl Meydan’da izlemek isterdim. Çayeli’nde yaşadığımız ve Sovyet televizyonunu bizim yegane kanalımız TRT’den daha net izleyebildiğimiz o yıllardaki 1 Mayıs’ı hatırlarım. Her Türk gibi asker doğduğumdan Kızılordu’nun tören geçişini hayranlıkla izlediğim kalmış aklımda, hayal meyal da olsa… Askerlikle ilgili fikirlerim büyüyünce değişti tabii ki, meraklanmayın.
Nisan ayının son günü, güneş batmak üzereyken Küba’nın başkenti Havana’ya varıyor ve sonraki üç gece konaklayacağımız Melia Habana Hotel’e giriş yapıyoruz.
Melia Habana, büyük, Küba standartlarına göre gösterişli ve lobisinde takım elbiseli beyler ve şık bayanlarla karşılaşabileceğiniz türden tipik bir başkent oteli. Odalar konforlu, açık büfe zengin ve Cerveza Bucanero hala güzel. (İspanyolca konuşulan ülkelere seyahat edecekler için gerekli sözcükler listesine ek; Cerveza: Bira )
Burada aklıma gelmişken Fatih Altaylı’nın meşhur Küba Gerçeğini Anlatacağım başlıklı yazılarından bir bölüm paylaşayım. (Bu arada Küba Gerçeğini Anlatacağım nasıl iddialı bir başlıktır yahu?.)
“Büyük ihtimalle rahmetli dedem bile doğmadan imal edilmiş yer döşemeleri. Tıngırdayan bir yatak. Temiz ama çarşaflar eskilikten şeffaflaşmış.
Havlularsa artık grileşmiş.
Otel görevlisine, “Bu havluları Che Guevara kullandığı için mi atıp yenisini almıyorsunuz?” diye sorduğumda kadın önce şahane bir kahkaha patlattı, sonra da kahkaha attığını duyan var mı diye şüphe içinde etrafa bakmaya başladı.”
Evet hikaye pek eğlenceli ama Melia Habana’daki yer döşemeleri, çarşaflar ve dahi havlular gayet iyi durumdaydı. Ve Fatih Abi de naçizane bendenizin konakladığı otelden daha kötü bir otelde konaklamaz öyle değil mi? Muhtemelen bu anlattığı havlu hikayesi de bol Mohitolu bir Havana akşamında masada duyduğu halk arasında anlatılan muhalif fıkralardan biridir.
Ertesi sabah saat 5’e doğru yola düşüyoruz. Hayır yanlışlık yok, daha sabahın “yazıyla” beşi bile değilken otobüste yerimizi alıyoruz. Hava henüz aydınlanmamış ve hafiften bir yağmur çiseliyor. Buna rağmen Havanalılar sokaklarda; yalnız, gruplar halinde, bazıları yanlarında çocuklarıyla, bazıları üzerlerinde o güne özel “sloganlı” tişörtleri, çoğu da kırmızı ve olmazsa olmaz Che’li tişörtleriyle ve tabii ki ellerinde ulusal bayrakları sokaklardalar. Bazıları ise davul taşıyor yanlarında…
Havana’nın kalbi Devrim Meydanına (Placa de la Revolucion) yaklaştıkça kalabalık da giderek artıyor.
Araçla kalabalığın izin verdiği noktaya kadar gidiyoruz. Araçtan indiğimiz yer Devrim Meydanına birkaç blok mesafede. Meydana çıkan kentin önemli caddesi Paseo Bulvarı (Avenida Paseo) üzerindeyiz. Etrafımızdaki insan seline karışmadan önce bir buluşma yeri belirliyoruz, artık birbirimiz kaybetmeden grup halinde kalabilmemiz olası değil çünkü. Ve ardından karışıyoruz biz de kalabalığa.
Bu arada geziye birlikte katıldığım Ankaralı dostlar sağ olsunlar önceden düşünüp yaptırmışlar, benim de üzerimde o güne özel bir Tişört var; önünde Ay-Yıldız sırtında da Atatürk silueti ve altında Atam İzindeyiz yazan bir Tişört…
Kalabalığın karışır karışmaz ilk fark ettiğim Küba bayrağı kadar Orta ve Güney Amerika ülkeleri bayraklarının da çokluğu, en çok da Venezuela ve Kolombiya bayrakları… Ki zaten Venezuela başkanı Nicholas Maduro da o gün oradaymış. Ve tabii ki bunu gidip geldikten sonra öğreniyorum.
Tam da yazının burasında Havana’da 1 Mayıs’ın nasıl kutlandığını bir özet olarak geçsem iyi olacak sanırım.
Daha gün ağarmadan Havanalılar ve bizler gibi dışarıdan gelenler Paseo Bulvarı üzerinde yerlerini alıyorlar. Şehrin iki tarafı ağaçlarla çevrili bu güzel bulvarı, Devrim Meydanına kadar hınca hınç insanla doluyor. Meydanda, Küba bağımsızlık mücadelesinin öncüsü, Küba’nın Atatürk’ü Jose Marti anısına yapılmış dev anıt kule önüne kurulan platformdaki kürsüden günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yapılıyor.
Fidel’in 1 Mayıs’a katıldığı dönemlerde bu bölüm çok uzun sürermiş. Bilirsiniz Fidel’in uzun konuşmaları meşhurdur. Bir keresinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 4,5 saat, 1986 yılında Komünist Parti Kongresinde de tam 7 saat 10 dakika konuşmuş. Neyse ki artık kardeşi Raul çok daha kısa konuşmalar yapıyor. Raul’la birlikte bir iki kişi daha konuşma yapıyor. Sözgelimi bu yıl Raul’un yanı sıra Küba Çalışanlar Federasyonu Genel Sekreteri de “Viva La Revolucion, Viva Fidel, Raul, Hasta la Victoria, Siempre” sözleriyle bitirdiği ateşli bir konuşma yapmış.
Ardından geçit töreni başlıyor. Geçit töreni dediysem öyle jilet gibi üniformaları üzerlerinde, ayaklarını aynı anda yere vurup da yeri göğü inleten askerler yok. Zaten ortalıkta asker falan da yok. Halkın kendisi var. Hatta doğru dürüst bir bando da yok. Jose Marti anıtının önündeki kürsünün karşı tarafında mütevazi ve rahat kıyafetleri üzerlerinde müzik yapan çoğunluğu genç müzisyenler var sadece. Fakat kortejdekiler davulları, kaynana zırıltısı ve benzeri gürültü çıkaran aletleriyle bu müziği de bastırıyorlar zaten.
Havanalılar ve dışarıdan gelenler ki sonradan okuduğum bir gazete haberine göre bu yıl 70 farklı ülkeden 2 binden fazla yabancı varmış, kortej halinde Devrim Meydanına doğru yürüyorlar. Sloganlar atılıyor, marşlar, şarkılar söyleniyor. Kimileri sabahın o erken saatinde içmeye başlamış bile, kafaları güzel, davullar çalınıyor, dans edip eğleniyorlar.
Bizlerin öğrenciyken zorla katılıp da okullarımız bitip o zorunluluk ortadan kalktığında ekstra tatil fırsatı olarak gördüğümüz o bayramlar gibi değil. Herkesin bir arada “cidden” harika vakit geçirdiği, eğlencenin çekimine katıldığınız bir ortamda buluyorsunuz kendinizi. Bir bakıyorsunuz “Viva Fidel, Viva Raul” diye slogan atıyorsunuz veya kocaman Küba bayrağının bir köşesinden tutmuş yürüyorsunuz.
Bir Kübalı elinizdeki Türk bayrağını alıp sallamaya başlıyor, bir diğeri kendi üzerindeki tişörtle sizin Ay-Yıldızlı Atatürk’lü tişörtünüzü değiştirmek istiyor. Bir diğeri ise size Rom ikram ediyor. Bir başkasıyla kalabalığın arasında bulduğunuz küçücük boşlukta dans ediyorsunuz.
Paseo Bulvarından başlayıp Devrim Meydanındaki Jose Marti anıtıyla, Che ve Cienfuegos’un rölyeflerinin arasından geçip sonra da Havana caddelerine dağıldığımız o Mayıs sabahı, Kübalıların en önemli bayramlarını nasıl bir keyifle, eğlenerek kutladıklarını gıpta ederek, yok hayır itiraf ediyorum doğrudan kıskanarak izlediğim bir sabah oluyor.
Dilerim biz de bir gün 29 Ekimleri ulusça böyle kutlarız; askeri geçit töreni veya zorla getirilen öğrenciler olmadan, sadece eğlenerek…
Bölümde sadece Küba’da 1 Mayıs’ı anlatmak istedim. Günün kalanını ve Havana’yı izninizle bir sonraki bölümde anlatmaya başlıyorum.
Ve yazıyı 1 Mayıs sabahı Havana’dan fotoğraflarla bitiriyorum.
Fotoğraflardan önce birkaç not: O sabah bir yağıp bir kesilen yağmur nedeniyle istediğim kareleri çekemedim, belirtmeliyim. Bir de “Nereden çıktı bu kadar Türk Bayrağı?” demeniz ihtimaline karşı şimdiden açıklamak isterim: Malum Küba biz Türkler için oldukça popüler bir destinasyon, hele bir de 1 Mayıs olunca o sabah Devrim Meydanında bir sürü Türk grup vardı. Pek çoğu da bizim gibi hazırlıklı gelmişler, Tişörtler, bayraklar falan… Hatta bir İstanbul Erkek Lisesi pankartı bile gördüm.