Küba gibi olmayan Küba Varadero’da harika zaman geçirdiktan sonra, bir sabah erkenden gerçek Küba’ya doğru yola çıktık. Rotamız Santa Clara üzerinden Trinidad de Cuba.
Varadero’ya 182 kilometre mesafedeki Santa Clara, Küba devrimi ve dolayısıyla Kübalılar için çok önemli bir şehir. Çok önemli çünkü Küba Devriminin son zaferi burada kazanılmış. Ve bu 182 kilometre hakkında küçük bir not; yollar güzel, manzara keyifli ve şoförümüz hız sınırını asla aşmıyor, cezası çok fazlaymış.
Tam burada kısacık bir Küba Devrimi özeti geçmek istiyorum, meraklılara ve Küba’ya gidecek olanlara. (Sanki çok da kısa değil…)
Devrim öncesinde bu güzel adayı yöneten kötü adamımız Fulgencio Batista’dır.
1952 yılının Mart ayında Batista bir darbe ile yönetimi ele geçirir. Hiç şüphesiz bu dünyada yapılmış neredeyse tüm darbelerde olduğu gibi bunda da Amerika’nın desteği arkasındadır. Batista başa geldikten sonra Küba Halkını boş verip ülkeyi Amerikan ve İngiliz şirketlerine peşkeş çeker. Bildik hikaye yani. Batista ve etrafındaki bir grup insan gittikçe zenginleşirken Küba halkı da gün geçtikçe fakirleşir.
İşte tüm bu ahval ve şerait içinde Küba devrimi 26 Temmuz 1953’de 100 kadar gerillanın Santiago şehrindeki Moncada Kışlasına saldırmasıyla başlar. Fakat saldırı başarısız olur ve aralarında Fidel ve Raul Castro Kardeşlerin de olduğu gerillalar çok fazla kayıp verirler. Sağ kurtulanlar da yakalanır ve yargılanırlar. Sonradan Devrimi gerçekleştirecek olan Fidel Castro’nun başında olduğu Gerilla Örgütünün ismi de buradan gelir; 26 Temmuz Hareketi, “Movimiento 26 de Julio”.
Yargılanma sürecinde kendi savunmasını kendisi yapan Havana Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Fidel’in mahkeme heyetine söylediği şu son sözleri çok meşhurdur, mutlaka duymuşsunuzdur; “Tarih Beni beraat ettirecektir” der. (Veya Tarih Beni aklayacaktır…)
Mahkemedeki 4 saatlik savunmasına rağmen Fidel 15 yıl ceza almaktan kurtulamaz.
Saldırıdan iki yıl sonra Batista, baskılara dayanamayarak Moncada Kışlasına saldıran gerillalar da dahil, ülkedeki tüm politik mahkumları serbest bırakır. Fidel ve Raul Meksika’ya sürgüne gönderilir. Ki sonrasındaki tarihi sürece bakınca eminim Batista bu kararı için hayatı boyunca pişmanlık duymuştur.
Meksika’da Fidel ve Raul’a herkesin bildiği üzere, Arjantinli genç Doktor Ernesto Che Guevera da katılır. Burada Alberto Bayo’dan gerilla eğitimi alırlar. Bayo; İspanya İç Savaşında savaşmış askeri bir lider ve aynı zamanda devrimci bir şairdir. Fidel, Raul ve Che yanlarında 80 kişiyle birlikte, bir Amerikalıdan 50 Bin pezoya satın alınan Grandma isimli yatla 2 Aralık 1956 günü Küba’nın güneydoğusundaki Playa Las Colaradas sahillerine çıkarlar. Tek yolları devrimdir…
Gerillalar Küba kıyılarına çıktıktan 3 gün sonra Sierra Meastra dağlarında Batista’nın kuvvetlerinin saldırısına uğrar ve karaya çıkanlardan geriye sadece 20 kadarı kalır. Devrimin 4 önemli şahsiyeti sağ kalanlar arasındadır; Castro Kardeşler, Che ve Camilo Cienfuegos.

Küba Devriminin genç ölen kahramanları; Camilo Cienfuegos ve Che

Castro Kardeşler: Fidel ve Raul
1956’dan 58’e kadar gerillalar Sierra Maestra dağlarındaki küçük garnizonlara saldırılar düzenlerler.
1958 yılında Batista, dağlardaki Gerillaların üzerine tüm gücüyle saldırır. Verano Operasyonu adı verilen bu saldırıdaki asker sayısı 12 bin kadardır. Gerillaların sayısı ise sadece 300 civarındadır. Fakat Batista’nın askerlerinin yarıdan fazlası eğitimsiz acemilerdir. Kim bilir belki pek çoğu da içten içe devrimci gerillaları destekliyordur. Veya Gerilla Savaşı’nın kitabını yazan Che bu işte gerçekten çok iyidir ve sonuçta Gerillalar 12 bin askere karşı zafer kazanırlar. (Gerilla savaşının kitabını yazan derken şaka yapmıyordum; Che Guevera’nın “Gerilla Savaşı” isimli bir kitabı var, Everest Yayınlarında mevcut…)
Batista’nın topyekûn saldırısına başarıyla karşı koyan Gerillalar 21 Ağustos 1958’de karşı saldırıya geçerler. Üstelik artık yeni silahları da vardır; Batista’nın ordusundan ele geçirdikleri silahlar.
Arkasından zaferler gelir. Sonunda Camilo Cienfugeos, Santa Clara yakınlarındaki Yaguajay’daki savaşta önemli bir zafer elde ederken Che’de Santa Clara’yı ele geçirir.
Santa Clara’nın düşmesinin üzerinden henüz 12 saat bile geçmemiştir ki, Batista ülkeyi terk eder. Santa Clara’daki bu son savaşla gerillalar diktatör Batista’ya karşı kesin bir zafer kazanırlarken tarih 31 Aralık 1958’dir.
Santa Clara’da Che’nin zırhlı bir treni ele geçirme öyküsü var ki aslında tüm bu Küba Devrimi özetini verme nedenim bu konuya gelmekti.
Che’nin Santa Clara şehrini ele geçirmesi üzerine Batista 400 kadar asker, ağır silahlar ve mühimmatla dolu zırhlı bir treni doğuya gönderir. Tabii ki Comandante’yi asker dolu bile olsa bir trenle korkutmak mümkün değildir. Che’nin emriyle, bir dozer bulunur, demiryolu raylarının 30 metrelik kısmı kullanılamaz hale getirilir. Santa Clara’ya kadar gelen tren yoluna devam edemez, gerillalarca kuşatılır. Yoğun ateş altında kalan trendeki moralsiz ve isteksiz askerlerle önce teslim koşulları görüşülür ve kısa bir süre sonra da 400 kadar asker teslim olurlar. Treni ele geçiren gerilla sayısı ise sadece 18’dir…
Santa Clara düşmüştür. Büyük olasılık Batista’nın son kozu olan trendeki askerler teslim olmuş, bir de üstüne trendeki silah ve mühimmat Devrimci gerillaların eline geçmiştir. Batista ülkeyi terk eder. Devrim gerçekleşmiştir. Birkaç gün sonra Gerillalar Havana sokaklarında coşkuyla karşılanırlar.
Santa Clara’daki ilk durağımız işte bu çatışmanın yaşandığı ve trenin ele geçirildiği yer oluyor. Bu alan bugün bir açıkhava müzesine dönüştürülmüş ve İspanyolca ismi de Tren Blindado yani Zırhlı Tren.
Bu küçük Açıkhava müzesinde o meşhur trenin 4 vagonu var. İçlerinde de ele geçirilen silahlardan ve askeri malzemelerden örnekler, haritalar, fotoğraflar ve Che’nin portreleri sergileniyor. Ve alanın bir köşesinde de o malum Dozer duruyor. Kübalı heykeltıraş Jose Delarra’nın heykelleriyle birlikte.
Tren Blindado eğer Küba dendiğinde aklınıza ilk gelen sözcükler Che, Fidel veya devrim değilse ilginizi çekmeyecektir. Görülecek çok fazla da bir şey yok açıkçası. Fakat Küba Devriminin yüzü suyu hürmetine ziyaret edilmesi gereken bir yer, naçizane tavsiyem görülmesi yönündedir.

Tren Blindado Müzesi, Santa Clara

Küba tarihinin en meşhur Dozer’i

Müzedeki heykeller Jose Delarra’ya aitmiş.

Tren Blindado Müzesinin “çok ciddi” görevlisi

Santa Clara Sokaklarından bir dolmuş

Okul çıkışı, Santa Clara
Tren Blindado’nın ardından turistik bir yemek yedikten sonraki durağımız Che’nin anıt mezarı oluyor. Ve burası Küba ve Küba Devrimi hakkında hiç bir şey bilmiyor olsanız bile mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir yer.
Commandante Che Guevera, 1967 yılında Bolivya dağlarında CIA’nin eğittiği Bolivyalı birlikler tarafından yaralı olarak ele geçirilir. Götürüldüğü La Higuera isimli köyde, derme çatma bir okul binasında da öldürülür.
Meşhur hikayeyi bilirsiniz; Bolivya Ordusuna mensup, kurayla seçilmiş celladı Çavuş Mario Teran’ın ellerinin titrediğini gören Che;
“Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın” der. Bunlar Commandante’nin son sözleridir.
Burada objektif olmak adına farklı bir bilgi de paylaşayım madem. Öldürülmeden hemen önce Çavuş Teran’ın gözlerinin içine bakıp yukarıdaki meşhur sözleri söyleyen Che, güya yakalandığını anlayınca “Durun öldürmeyin, Ben Che Guevera’yım ve canlı olarak daha değerliyim” demiştir. Ben şahsen inanmıyor olsam da, elçiye de zeval olmaz, madem böyle bir rivayet var yazmak lazım.
Che öldürüldükten sonra cesedi bir helikopterin iniş takımlarına bağlanır ve yakınlardaki Vallegrande kasabasına götürülür. Askerî bir doktor tarafından elleri kesilir ve Buenos Aires’e gönderilir. Amaç kimliğini kesin olarak doğrulamaktır, çünkü Arjantin Polisinin elinde Che’nin parmak izleri vardır.
Yine bir rivayete göre de parmak izi doğrulandıktan sonra Che’nin elleri Küba’ya, Fidel’e gönderilmiş.

Che’nin öldürüldükten sonra çekilmiş fotoğraflarından. Vallegrande Kasabasında çekilmiş…
Ardından Che’nin cesedi Bolivya Ordusu subayları tarafından bilinmeyen bir yere götürülür ve yirminci yüzyılın en merak edilen sorularından biri onlarca yıl boyunca yanıtsız kalır: “Che’nin cesedi nerededir?”
Aradan neredeyse 30 yıl geçip devran döndükten sonra, zamanında gerillalara karşı savaşmış Bolivyalı emekli bir general Che’nin cesedinin nereye gömüldüğünü açıklar. Kübalı bir ekip araştırmalara başlar.
Commandante’nin elleri olmayan cesedinden kalanlar, ele geçirildiği çatışmada öldürülen altı yoldaşının kemikleriyle birlikte Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin hemen yanında bulunur.
Che ve yoldaşlarının cenazeleri 17 Ekim 1997’de Küba’ya getirilirler ve Santa Clara’daki Mozoleye defnedilirler: Memorial Commandante Ernesto Che Guevera.
Santa Clara şehir merkezinin dışında, geniş bir alanda yer alan Che Guevera Anıtı ilk bakışta çok da gösterişli değil açıkçası, fakat çok özel bir yerde olduğunuzu attığınız ilk adımdan itibaren hissedebiliyorsunuz.
Geniş bir meydan, meydanın bir yanında yer alan yine geniş bir bir platform var. Bu platform üzerinde Che’nin hayatından bazı anların kabartma heykel şeklinde tasvir edildiği büyük bir duvar (Che dağlarda at sırtında, Che ve Fidel ve Che ve Cienfuegos gibi), üzerinde Che’nin Fidel’e yazdığı Veda Mektubu olan bir başka duvar ve Che’nin yaklaşık 8,5 metrelik Bronz bir heykeli yer alıyor. Üzerinde “Hasta La Victoria Siempre” yazan yüksek bir kaide üzerinde yer alan bronz heykeli çok uzaklardan bile görebiliyorsunuz.

Memorial Commandante Ernesto Che Guevera. Santa Clara

Che’nin hayatından alıntıların tasvir edildiği duvar
Tüm anıt pek çok sembolle dolu. Örneğin Che’nin heykeli Güney Amerika yönüne bakıyor ve bu da Che’nin bağımsız, birleşik tek Güney Amerika hayalini simgeliyormuş.
Diğer bir ilginç detay ise heykelde tasvir edilen boyun askısı. Heykeltraş Jose Delarra, Che’yi Santa Clara’yı ele geçirdiği günkü haliyle betimlemiş. Birkaç gün önceki bir çatışmada düşüp kolunu kıran Che’nin Santa Clara’ya girdiğinde kolu alçıdaymış. Heykelde ise Che kırık olan kolu alçıda ama kol askısı boynunda serbest olarak tasvir edilmiş. Che’nin kişiliğinin önemli bir özelliğini, kendisine karşı bile isyankar olmasını simgeliyormuş.

Alçıdaki kolu, boynundaki serbest kol askısıyla Commandante. Hasta La Victoria Siempre; Zafere kadar Daima!

Altında Che’nin ve yoldaşlarının mezarları bulunan platform

Ön tarafında Che’nin Fidel’e yazdığı ünlü veda mektubu bulunan duvar “Hasta la Victoria Siempre, Ya Vatan ya Ölüm. Seni tüm devrimci ateşimle kucaklıyorum…” diye biten mektup

Platform’dan bakınca, diğer taraftaki geniş alan ise böyle görünüyor

“Queremos que sean como el Che, Fidel” Che gibi olmak istiyoruz, Fidel
Platformun altında ise Che ve Bolivya’da onunla birlikte öldürülen 38 yoldaşının mezarları var. Bir de Che özel eşyalarının ve yaşamından bazı detaylara ilişkin belge ve fotoğrafların sergilendiği bir müze.
Mezarların bulunduğu bölüme fotoğraf makinesi veya kamera sokmak kesinlikle yasak. Keza içeriye bel çantası boyutunda bile olsa çantayla girmek de yasak. Ve içeride sesli konuşmak da… Ve tüm bu yasaklar konusunda görevliler oldukça hassaslar.
Che ve 38 yoldaşının mezarları çok da büyük olmayan loş bir odanın duvarlarına yerleştirilmiş. Odanın bir köşesinde sürekli yanan bir meşale var. Her bir mezar kare şeklinde ve üzerinde mezar sahibinin portresi kabartma şeklinde yer alıyor. İtiraf etmeliyim Che’nin ki daha güzel olabilirdi. Commandante’nin mezarını diğerlerinden ayıran tek şey ise, üzerine düşen yıldız şeklindeki ışık huzmesi.
Sırayla mezarlara bakıyorum. Che dışında bana tanıdık gelen tek isim Alman Tanja oluyor; gerçek ismiyle Tamara Bunke. Bolivya’da Che ile birlikte savaşıp öldürülen tek kadın gerilla.
Yukarıda da dediğim gibi Che’nin kabartma portresini pek beğenmiyorum ama yine de önünde harcadığım zaman diğerlerinden biraz daha uzun oluyor. Odadan çıkarken arkamı dönüp son bir kez daha bakıyorum içeriye. Gruptan eski toprak Ağabey’i görüyorum, Che’nin önünde dimdik durmuş bir asker selamı çakıyor…
Mezarların bulunduğu odadan çıkıp Che’nin kişisel eşyalarının sergilendiği diğer bölüme geçiyoruz. İçeride Che’nin kıyafetleri, piposu, tabancası, kol saati gibi kişisel eşyaları var. Ayrıca doğum belgesi, Hekimlik diploması, pasaportu gibi belgeler, yazdığı mektuplar ve yaşamının farklı dönemlerinden fotoğrafları da sergileniyor.
Fakat maalesef müzede, Che’nin Bolivya dağlarında ele geçirildiği zaman yanında olan çantası ve içindekiler yok. Oysa olsaydı biz Türklerin en büyük hayallerinden birinin gerçek olup olmadığını görebilecektik: Çantasından Nutuk çıkmış mı çıkmamış mı? Bağışlayın bu geyiğe her zaman çok gülmüşümdür. Ayrıca ister inanın ister inanmayın bunun bir de Risale-i Nur’lu versiyonu var.
Burada naçizane fikrim şudur: Keşke Che’nin Bolivya dağlarındaki o şartlarda bile çantasında Nutuk’u taşıdığı fikriyle mutlu olanların yarısı Nutuk’u okumuş olsalardı. O zaman Atatürk’ün büyüklüğünün başka bir devrimci tarafından teyit edilmesine ihtiyaçları kalmazdı.
Eski Radikal yazarı Pınar Öğünç bu konuda güzel bir makale yazmış. Aşağıdaki alıntı yeterince açıklayıcı:
“Che’nin Bolivya yılları üzerine yedi cilt yazan Bolivyalı gazeteci-tarihçi Carlos Soria Galvarro’dan, çantadaki kitapların tam listesini aktarıyor: Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabı, S. R. Vigosky’den Güncel Kapitalizm Teorileri Üzerine Makaleler, Paul Carrell’den Geliyorlar, H. B. Philips’ten Analitik Geometri ve de Luis Peñaloza’nın yazdığı Bolivya Ekonomi Tarihi.
Çok geniş bir yelpazede okuyan Che’nin Bolivya’daki kitaplığına dair bir de beş sayfalık liste var. Belki gerillaların çantalarına dağıttığı kitapların listesi bu, belki de yakında okumak istediklerinin… Bu listede Mustafa Kemal yok ama, Nâzım Hikmet’in bir kitabı var; Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim…”
Merak ediyorsanız eğer Pınar Öğünç’ün makalesini burada bulabilirsiniz: Che’nin Çantasındaki Nutuk Fenomeni.
Bir diğer şehir efsanesi de Fidel’in Havana’da görevli bir Türk diplomattan Nutuk isteme öyküsüdür. Efsaneye göre Fidel bu isteğini yaparken bir de ricası oluyor; ”Aman Amerikalılar duymasın”.
Buna da çok gülmüşümdür. Düşünsenize Fidel Castro gibi hayatı boyunca Amerikalılara karşı savaşmış, direnmiş, onlarca suikast girişiminden kurtulmuş bir adam çıkacak, karşısındaki gencecik Türk diplomata “Aman Amerikalılar duymasın” diyecek…
Mozoleyi görmeden önce kafamda soru işaretleri vardı. Hatta Sinan’a da sormuştum; “Gerçekten bu mozoledeki kemiklerin Che’ye ait olduğuna inanıyor musun?” diye. Sinan içerisinde Bolivyalı emekli general, DNA testi, Kübalı araştırmacılar geçen birkaç cümle sarf ettikten sonra inandığını söylemişti. Mozoleyi gördükten sonra ben de çok etkilendim ve inanmaya başladım demeyeceğim tabii ki ama bu yazıyı yazarken bu konuda o kadar çok şey okudum ki artık inanıyorum.
Ayrıca Che’yi öldürüp, cesedini kimsenin bilmediği bir yere saklayarak mezarının kutsal bir mabede dönüşmesine engel olmaya çalışan Amerikalılar çok uzun süre önce bunu beceremediklerini anlamışlardır sanırım. Tüm dünyada Che’nin portresi ve mottosu “Hasta la Victoria Siempre” den daha popüler bir tişört deseni var mıdır?

Che’ye son bakış…
Commandante’ye onlarca fotoğrafını çektikten sonra son bir kez daha bakıp otobüse biniyorum. Trinidad’a doğru yola çıkıyoruz. Biraz hüzünlüyüm…
Sürecek.
Santa Clara, Che'nin mozolesi dışında vasat bir kent, senin de dediğin gibi, El Tren Blindado, Küba devrimi açısından son dörece önemli ama müze kısmı o kadar önemli değil. Yakınlarında, PCC (Küba Komünist Partisi) önünde Che'nin çok güzel bir heykeli vardı, resimlerini bulursam paylaşırım. Biz Santa Clara'da Santa Clara Libre hotelde kalırdık genellikle, hemen önündeki parkın köşesinde, La Marquesima diye bir bar restoran da favori yerimizdi, ilk 2001'de keşfettiğimiz bu mekanda, hepsi, Buena Vista Social Clup üyeleri yaşında amca/teyzeler çalardı. 2005/6 seyahatlerimde bu ihtiyar delikanlılar da yavaş yavaş göçüyorlardı 🙁 Santa Clara, en çok Che Mozolesi ile ilgi çekiyor, cidden etkileyici bir yer, sol kulağınız bükük ise, etkilenmemeniz mümkün değil. Eline sağlık, devamını da dört gözle bekliyoruz 🙂