Seyahat Fotoğrafçılığı üzerine bir Deneme

“İlk onbin fotoğrafınız, en kötü fotoğraflarınızdır” 

Henri Cartier-Bresson

En baştan söyleyeyim; kendimi bir Seyahat Fotoğrafçısı olarak görmüyorum. Hatta “henüz” çok iyi bir fotoğrafçı değilim. Tamam, fena sayılmam… Soracak olursanız arada sırada iyi fotoğraflar çeken bir gezgin olarak tanımlardım kendimi. Hadi gezgin de demeyeyim, bir “gezen” olarak tanımlardım. Malum gezginlik mertebesine kabul edilmek bu topraklarda Nirvana’ya ulaşmaktan daha zor… (Neyse, bu başka bir yazının konusu).

Bu yazının amacı da “İyi seyahat fotoğrafı nasıl çekilir” sorusuna yanıt vermek değil zaten. Ben sadece kendi tecrübelerimden yola çıkarak bazı önerilerde bulunmak, bazı konularda fikirlerimi, deneyimlerimi paylaşmak istedim. Belki hem gezip hem de fotoğraf çekenlere bir faydam dokunur.

Ve listelerden çok hazzetmediğimden söylemek istediklerimi başında rakamlar olmayan başlıklar halinde yazıyorum, izninizle.

Seyahat öncesi planlama önemlidir.

Aslında böyle bir başlık altında önerilerde bulunmak fotoğraf meraklıları için hakaret bile sayılabilir farkındayım ama yine de adet yerini bulsun diye değinelim.

Bir fotoğraf karesinde görselliği ortaya çıkaran yegane faktör “ışık” tır malumunuz. Doğal olarak da eğer fotoğraf çekmek seyahatimizin önde gelen amaçlarından biriyse, ışığın peşinden gitmeliyiz. Bu da bir yıl içerisindeki en iyi hava koşullarının, en iyi ışığın hangi dönemde olduğunu iyice araştırıp seyahatimizi ona göre planlamamız anlamına gelir.

Muson yağmurları altında Angkor Wat’ın o çok bilinen yansımalı fotoğrafını çekebilir misiniz sözgelimi?

Angkor Wat, Kamboçya

Tierra del Fuego, Arjantin.

Dünya yüzeyinde nereye gidecekseniz gidin en iyi ışığın yılın hangi döneminde olduğunu, en iyi fotoğrafları ne zaman çekebileceğinizi basit bir Google araması ile bulabilirsiniz.

Mesela fotoğrafçıların “Altın Saat” (Golden Hour) dediği, gün doğumundan hemen sonra veya gün batımından hemen önce, güneşin hala görünür, gökyüzünün kızıl ve yumuşak olduğu saatlerin peşinde koşuyorsanız, hedefiniz dünyanın neresi olursa olsun bu konuda size yardımcı olacak web siteleri mevcut. Mesela: The Golden Hour Calculator.

Ayrıca sitesi olur da uygulaması olmaz mı? Tabii ki Apple’da var mesela, Golden Hour diye arayın, göreceksiniz.

Bir de güzel ışığın yanında bir festival olsa fena mı olur? Araştırma demişken aklınızın bir kösesinde bulunsun…

Lütfen, ne olur RAW çekin.

Ne zaman bir gezgine “fotoğraflarını RAW formatında çekiyorsun, değil mi?” diye sorsam, aldığım yanıt neredeyse hep aynı oluyor: “Ama RAW çok yer kaplıyor”.

Doğru. Çok yer kaplıyor, ama bence ısrarla RAW kullanılmamasının gerçek nedeni sadece üşengeçlik. Çünkü özellikle uzun süreli seyahat eden hemen herkes yanında bir PC ve harici hard disk taşıyor zaten. Sonuçta tek yapmanız gereken akşamları o gün çektiğiniz fotoğrafları hard diskinize aktarmak, bunun için internet bağlantısına da ihtiyacınız yok üstelik…

Peki neden RAW çekelim?

Bildiğiniz gibi dijital fotoğraf makineleri çektiğimiz kareleri en sık 2 farklı formatta kaydeder. Hepimizin iyi bildiği jpeg ve RAW.

RAW formatında sensör üzerine düşen görüntüye ait veriler, yani çektiğimiz fotoğraf, herhangi bir işlemden geçirilmeden olduğu gibi saklanır. Hatta fotoğrafa ait beyaz ve renk dengeleri, eğriler, keskinlik gibi birtakım “teknik” veriler de farklı elementler halinde korunur. Yani, fotoğrafa ait her şey ham haliyle hep elinizin altındadır.

Zaten RAW da bir takım sözcüklerin ilk harflerinden oluşan kısaltma biçiminde bir terim değil başlı başına bir sözcüktür ki İngilizcede ham anlamına gelir…

Jpeg ve benzeri diğer formatlarda ise sensör üzerine düşen görüntüye önce belirli işlemler uygulanır. Makine bu arada fotoğrafınızı sıkıştırır, sıkıştırtırken de bit değerini düşürür öyle kaydeder. Ve yapılan bu işlem de geri alınamaz.

Bu yüzden çektiğiniz fotoğrafları RAW formatında bir köşeye atıp saklayın ki daha sonra olur da fotoğrafçılığa olan ilginiz artar, fotoğraf işleme konusunda da kendinizi geliştirir hatta birazcık fotoşop ya da lightroom vs öğrenirseniz, o kareler üzerinde pek çok düzenleme yapabilirsiniz. Bir gün bir bakmışsınız, çok karanlık olmuş dediğiniz, beğenmeyip bir köşeye attığınız fotoğraf, yıllar sonra işlediğinizde harika bir kareye dönüşüvermiş…

Zamanında Peru’da, Bolivya’da, Vietnam’da, Kamboçya’da, Laos’ta “maalesef” sadece jpeg fotoğraflar çekmiş bir fotoğraf meraklısının pişmanlığıyla yazıyorum bunları, bana güvenin…

Swakopmund, Namibya

Havana, Küba

 

Fotoğraflarınıza gözünüz gibi bakın lütfen.

Hangimizin geçmişinde bir hard disk faciası yok ki? Malumunuz dijital fotoğrafçılık işimizi çok kolaylaştırdı belki ama fotoğraflarımızı nasıl saklayacağımız konusu da yepyeni bir sorun olarak çıktı karşımıza.

Bu konuda yapabilecekleriniz hakkında fikir alabileceğiniz onlarca internet sitesi var, ama bazen ne yaparsanız yapın başınıza gelebiliyor. Bunu Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Karadağ’da çektiği kareleri yitirmiş biri olarak söylüyorum.

Bu konuda sadece 3 önerim olacak. Her zaman ama her zaman donanımı güvenli kaldır’ın… Hard disk alırken ucuzuna kaçmayın. Ne de olsa seyahat ettiğiniz yerlere yeniden gitmek çok daha pahalıya mal olacak. Ve kesinlikle birden fazla yedeğiniz olsun.

Bir de unutmayın lütfen, zamanında bir Türk büyüğünün de dediği gibi: “Bulut sistemi dedikleri bir şey var…”

Beklentinizi düşük tutmaya çalışın.

Eğer serde gezginlik varsa ve fotoğrafla da birazcık olsun ilgileniyorsanız, eminim benim gibi seyahate kafanızda önceden çekilmiş bir sürü kareyle çıkıyorsunuzdur. Hatta gördüğünüz tek bir fotoğraf karesinin ardından yollara düşmüş bile olabilirsiniz ama…

Evet bu işin bir aması var…

Sözgelimi Güney Amerika’da Iguazu’da tripod’u koyup, şelalelerden aşağıya akan suyu beyaz bir tül gibi görüntüleyeceğiniz uzun pozlama gibi hayaliniz varsa kafadan vazgeçin. Çünkü Iguazu ıslaktır. Neredeyse Şelaleleri görebildiğiniz her noktada, havada yoğun su damlacıklarından oluşan, sizi yavaş yavaş ıslatan bir tabaka vardır. Objektifinizde beliren su damlalarını neredeyse her 3-5 karede bir silmeniz gerekir. Kalabalık da cabası.

Ve evet kalabalık.

Eiffel Kulesi, Taj Mahal, Angkor Wat, Macchu Picchu, Patagonya’daki Perito Moreno Buzulu, Bhutan’daki Tiger’s Nest Manastırı gibi mekanlar, herkesin fotoğraflamak istediği mekanlardır. Dolayısıyla bu saydıklarımı en iyi gören, o klasik fotoğraflarının çekildiği noktalar daima kalabalıktır. Çok kalabalıktır. Hatta çoğu zaman kendinize tripodunuzu yerleştirecek ufacık bir alan yaratmak bile zordur. Yani önceden kafanızda kurguladığınız kareyi çekmek ciddi çaba gerektirebilir.

Kimi zaman sabırla sıranızı beklersiniz ama kadrajınıza giren selfie‘cilerin işlerini bitirmeleri sinirlerinizi bozacak kadar uzun zaman alır. Kibarca izin ister hatta kimi zaman da bir üst tondan uyarmak zorunda kalabilirsiniz.

Siz de sıranız geldiğinde işinizi başkalarının sinirlerini bozacak kadar uzun tutmayın bu arada.

Çok bilinen fotoğrafla bir örnek vereyim;

Bilenler bilir, Tac Mahal “Büyük Kapı” Darwazi Rauza‘dan girer girmez tüm ihtişamıyla karşınızdadır. İşte o noktadan, Tac’ın tam karşısında durup, gökyüzü pırıl pırıl, Tac’ın silueti havuzlara yansırken ve kadrajda da kimsecikler yokken bir kare çekmek isterseniz sabah içeriye giren ilk birkaç kişiden biri olmalısınız. Gökyüzü genellikle sadece sabah erken saatlerde pırıl pırıldır, daha sonra ortalığı bir nem bulutu kaplar bu arada…

Hatta giriş biletini bir önceki günden satın almak bile iyi bir fikir olabilir. Ve gün doğmadan kalktınız, zaten biletiniz var, sıra beklemeden içeri girdiniz, hızlıca malum noktaya varıp fotoğraf çekmeye koyulun. Acele edin, çünkü temiz bir kadraj ve rahatça hareket ederek, yani fotoğraf çekerken omuzlarınızın bir başkasına dokunmadığı bir kare yakalamak için çok az zamanınız var.

Büyük Kapı Darwazi Rauza’dan Tac Mahal

Yeri gelmişken naçizane bir tavsiye, işte o anda, her çektiğiniz kareden sonra, nasıl olmuş diye kontrol etmekle zaman kaybetmeyin. Kalabalık bastırıncaya kadar çekmeye devam. Sonra bakarsınız fotoğraflara…

Eski fotoğraf üstatları, hele de zamanında analog makinelerle fotoğraf çekmiş üstatlar bu son söylediğim konusunda bana katılmayabilirler. O ellerindeki 36’lık filmleri en doğru, en verimli kullanmak uğruna fotoğraf çekmekte o kadar usta olmuşlardır ki… Doğal olarak dijital makinelerde de bu alışkanlıklarını sürdürürler. “Az kare öz kare” şeklinde. Ama zamanın kısıtlığı olduğu mekanlarda işler böyle yürümüyor maalesef.

Tabii ki burada parmağınız deklanşörde basılı kalsın, çekebildiğiniz kadar çekin, arada nasıl olsa 1-2 tane güzel kare yakalarsınız demiyorum. Sadece elinizden geldiğince hızlı olun diyorum. Çünkü sadece Tac Mahal de değil tüm popüler turistik mekanlarda etrafınızdaki hemen herkes fotoğraf çekiyor olacaktır.

Ve belki de moralinizi bozacak bir anı daha. Ama zaten bu bölümün başlığı beklentinizi düşük tutmaya çalışın değil mi?

Bhutan’a gitmeden önce Punakha Dzong’un harika gece fotoğraflarını görmüştüm. Projektörlerin aydınlattığı taş duvarlar ve ahşap bölümlerin gecenin karanlığındaki görüntüsü çok hoşuma gitmişti. Sırf aynı kareyi çekebilmek için yanımda tripodumu götürmüştüm hatta. Fakat Punakha’da kaldığımız o gece projektörler çalışmıyordu. Muhteşem Dzong karanlığın içinde kaybolup gitmişti…

Punakha Dzong, Bhutan

Punakha Dzong, Bhutan

Ve bu bölümdeki son söz; fotoğraf çekmek bazen pahalıdır.

Sözgelimi aşağıdaki fotoğrafı çekmenin bedeli seyahat masraflarınıza ilave 150 Dolardır. Yani Zimbabve ve Zambiya sınırları arasındaki Victoria Şelalesinde yapacağınız 10 dakikalık helikopter turunun bedeli. Üstelik 70 kilodan fazla çekiyorsanız ön koltuğa da oturamazsınız. Küçük helikopterlerde açılabilir cam sadece ön koltukta olduğundan da fotoğraflarınızı arka tarafta ancak camın arkasından çekersiniz.

Zimbabve ve Zambiya sınırındaki Victoria Şelalesi

Zaman önemlidir.

Seyahate çıktınız, bir hedefiniz ve kafanızda da hedef noktanızda çekeceğiniz kareler var. İşte hedefin karşısına geçtiğinizde ne kadar zamanınızın olduğu çok önemlidir.

Gönül ister ki tripodumuzu kuralım, diyaframı, enstantaneyi ayarlayalım, hayalini kurduğumuz kareyi çekene kadar acele etmek zorunda olmadan uğraşalım…

Keşke. Fakat çoğu zaman imkansızdır.

Tabii ki eğer yalnız seyahat ediyorsanız zaman konusu size kalmıştır. Hele de aylarca süren bir seyahatin bir noktasında iyi bir fotoğraf çekmek istiyorsanız, o günkü programınız da esnekse istediğiniz kareyi yakalayana kadar dilediğinizce zaman harcayabilirsiniz.

Ama yukarıda da dediğim gibi işler her zaman öyle olmaz işte. Çoğu zaman programınız sıkışıktır, esnek değildir, dolayısıyla hedefinizde geçireceğiniz süre çok kısadır. Hele de turla seyahat ediyorsanız.  Böyle durumlar için makinenizin otomatik ayarını kullanmak fena bir fikir olmayabilir. Bu o kadar da kötü bir şey değil inanın. Dünyanın parasını verdiğiniz makinenizde zaten bir “otomatik ayar” seçeneği var, neden kullanmayasınız ki? Zaman kazandırır…

Turla seyahat edip de iyi fotoğraf çekmek isteyenlere küçük bir tavsiyem olabilir: Gittiğiniz hiçbir yerdeki hiçbir rehber size kitaplarda veya Google’da bulamayacağınız bir şeyler anlatamaz. Eğer fotoğraf çekmeyi gerçekten seviyorsanız, boş verin rehberin anlattıklarını siz fotoğrafınızı çekin. Ve bir tüyo; eğer bir grupla seyahat ediyorsanız en temiz kareleri yakalamak için, bir mekana geldiğinizde ya ilk giren olmalısınız ya da son çıkan.

Bu arada ismi fotoğraf gezisi olan birtakım turlara dikkat etmenizi öneririm. Bu turlarda da zaman konusu, tur belli bir süre ve program dahilince gezilmesi gereken birtakım mekanlardan oluştuğundan sıkıntılı olabilir. Zaten pek çoğu bildik programların önüne “fotoğraf turu” yazılmasından oluşmuştur. Daha pahalı olanlarında ise tur boyunca sürekli danışabileceğiniz meşhur bir fotoğrafçı size eşlik eder.

Bazı fotoğraflar ise malum bir anda, şans eseri ortaya çıkıverir. Oradan geçiyorsunuzdur, bir anda görüş alanınıza o “kare” giriverir, makineniz kolay yerdedir, çıkarır deklanşöre basarsınız ve harika bir fotoğraf çıkar ortaya. O yüzden zaman kadar, hazır olmak da önemlidir.

Şanslı kareye örnekler:

Etosha Ulusal Parkı, Namibya

Hawa Mahal, Jaipur, Hindistan

Walvis Bay, Namibya

Donanım her şey değildir ama önemlidir.

Tabii ki fotoğrafı çeken makine ve objektif değildir. Cep telefonuyla veya basit kompakt makinelerle çekilmiş bir sürü muhteşem fotoğrafla karşılaşabilirsiniz, doğru. Ama donanım da önemlidir, kabul edelim.

Bir de şu var; o kocaman makineleri, objektifleri boşuna taşımıyoruz…

Örneğin Perito Moreno buzulunun tam karşısına geçtiğinizde geniş açılı bir objektifin ne denli önemli olduğunu anlarsınız. Bir bakmışsınız devasa Buzul kadrajınıza sığmıyor. Ya da Ürdün Petra’da El Hazne’nin karşısına geçtiniz. Kamerayı dik tuttunuz, yerlere yattınız ama türlü El Hazne’nin tamamını kadrajınıza sığdıramadınız. O anda “ah bir geniş açı objektifim olsaydı” dersiniz, inanın bana.

Etosha Milli parkında doğal yaşamlarındaki hayvanları görüntülemek, National Geographic tadında kareler yakalamak isterseniz ihtiyacınız olan objektifler ise büyük ihtimalle kullandığınız arabadan daha pahalı olacaktır.

El Hazne, Petra, Ürdün. Canon 17-40mm f/4 USM geniş açılı lens ile.

Etosha Ulusal Parkı, Namibya. Canon 6d + 70-200mm f4 USM Lens

DSRL mi Aynasız mı sorunsalı?

Kişisel fikrimi paylaşmam gerekirse kim neyi isterse kullansın. Ama herkes dürüst olsun, önce kendine karşı.

DSLR makinesine ve objektiflerine dünyanın parasını yatırmış, aynasız makineye geçmek isteyip de donanımını, harcadığı paranın çok daha azına elinden çıkaramayacağını bilen Abi’nin aynasız karşıtlığı ne kadar doğrudur?

Veya kendisine sponsor olan firmanın hediye ettiği aynasız’ı kullanan fotoğrafçı veya blogger’ın aynasız hakkındaki “hem DSLR ile aynı kalitede fotoğraf çekiyor, hem de çok hafif…” diye başlayan yorumlarına ne kadar güvenebilirsiniz?

Hangi DSLR kullanıcısı hiç de uygun olmayan koşullarda, kalabalıkta veya rüzgarlı bir çölde (mesela Namib çölünde, tecrübe ile sabit…) objektif değiştirirken içinden küfür etmez ki? Ya da ertesi günü tümüyle fotoğraf çekerek geçirmeyi planlayan bir aynasız kullanıcısı, kendisine gerekli minimum 5 bataryayı şarj etmek için saatini kurup da her 2 saatte bir  şarj cihazındaki bataryayı değiştirmek için uyanırken usturuplu bir küfür savurmaz mı içinden?

Dürüst olalım.

Ve birbirinin eşdeğeri olduğu iddia edilen DSLR ve aynasızları karşılaştırırken fiyatlarını ve ağırlıklarını iyice araştırıp öyle karşılaştıralım, belki de DSLR’ler o kadar pahalı, aynasızlar o kadar hafif değildir.

Ve tabii ki gerçekten ne istediğinize bir karar verin önce. Seyahatten geri döndüğünüzde fotoğrafların yarısından fazlasında karede siz de yer alıyorsanız mesela, basit bir kompakt makine alıp geçin bence.

Ne demiş ustalar: “Amatörler ekipmanı, profesyoneller parayı, ustalar ışığı düşünür” V. Trent ve “Fotoğraf makinasının en önemli parçası onun 30 cm arkasında durandır.” A. Adams.

Gangtok, Kuzey Hindistan

Mütevazi olmakta fayda vardır, her zaman.

Sizi hayal kırıklığına uğratacağım, çok üzgünüm ama paylaştığınız fotoğrafın aldığı “like” sayısı o fotoğrafı iyi bir fotoğraf yapmaz.

Keza fotoğrafı çektiğiniz mekanın en çok gitme hayali kurulan, hatta çoğu zaman çok zor ulaşılabilen bir yer olması da fotoğrafınızı iyi yapmaz.

Bunları hasbelkader, Machu Picchu, Angkor Wat, Petra’daki El Hazne, Namib Çölünün Dune’ları, Tiger’ Nest Manastırı, Dünyanın Sonundaki Fener, Patagonya Buzulları, Havana’daki Devrim Meydanı, Luang Prabang’ın Tak Baat törenindeki Keşişleri, Tac Mahal, Kanchenchunga Dağı, Mostar Köprüsü ve daha başka pek çok ünlü görüntünün fotoğrafını çekmiş biri olarak söylüyorum.

Çünkü her seferinde çektiğim her bir karenin çok daha güzeline basit bir Google araması ile ulaştım.

Aslında bu saydıklarım karşınızda dururken görüntü o kadar harikadır ki o kareyi güzel bir fotoğrafa dönüştürmek için çoğu zaman sadece makineniz düz tutmanız yeterlidir, tıpkı aynı mekanları ziyaret eden yüzbinlerce fotoğrafsever gibi.

Dolayısıyla çektiğiniz fotoğrafların bir köşesine, hele de ismimizin sonuna photography diye yazarak bir imza atmayın, en azından işin daha henüz başındayken.

Zaten o fotoğrafınızı “izinsiz” kullanmak isteyen isminizi oradan kolaylıkla kaldırabilir, biliyorsunuz değil mi?

Bir de naçizane tavsiyem her şeyden önce şuna karar verin. İyi fotoğraflar mı çekmek istiyorsunuz, yoksa Instagram ve benzeri sosyal mecralarda daha çok “like” alacak fotoğraflar mı?

İyi fotoğraf için önerim doğru bir başlangıç yapmak olabilir. Bir fotoğraf kursu gibi. Sözgelimi Antalya’daki ANFAD ve ANFOK düzenli aralıklarla fotoğrafa yeni başlayanlar için Temel Fotoğraf Eğitimleri düzenliyorlar. Eminim her nerede yaşıyorsanız sizin de ulaşabileceğiniz benzer kurslar, eğitimler vardır.

Ve tabii ki okumak, fotoğrafçılığınızı geliştirebileceğiniz bir sürü de kitap var.

Ve eğer amacınız “like” ise bununla ilgili de google’da pek çok şey bulabilirsiniz.

Fitz Roy Dağı, El Chalten, Arjantin

Bwabwata Ulusal Parkı, Namibya

Dünyanın Sonundaki Fener, Beagle Kanalı, Ushuaia, Arjantin

Seyahat fotoğraflarının olmazsa olmazı insanlar, portreler.

Gittiğimiz diyarlardaki “bize farklı gelen” insanları fotoğraflamak hepimizin ilgisini çeker, öyle değil mi?

Hindistan’nın Sadhu’ları, Küba’nın ağzında kocaman pürosuyla gülümseyen insanları, And Dağlarının rengarenk giysili küçük şapkalı Quechua veya Aymara kadınları, Budist coğrafyanın keşişleri, Kara Afrika’nın bembeyaz dişli gülümseyen çocukları… Liste uzar gider. Bu insanlar fotoğraflarımıza renk katarlar öyle değil mi?

Tabii ki çoğu zaman ufak bir ücret karşılığında…

Kişisel olarak insanları doğal yaşamları içerisinde fotoğraflamayı çok seven biri olsam da bu iş çok kolay değil, söylemeliyim.

Öncelikle izin almalısınız. İzin almak bazen sadece birine kameranızı gösterip “çekebilir miyim?” anlamında bir harekettir. Bazen doğrudan yanına gidip, kısa bir sohbetin ardından “fotoğrafını çekebilir miyim?” diye anlaşabileceğiniz bir dilde sormalısınız. Hatta sonrasında makinenizin dijital ekranında, çektiğiniz fotoğrafı göstermek de adettendir. Bazen de bu pozun karşılığını ödemeniz gerekir.

Tam da burada hepimizin iyi bildiği bir tavsiyeyi ben de tekrarlayayım. Yanınızda çektiğiniz fotoğrafın karşılığında bahşiş olarak verebileceğiniz ufak miktarlarda para bulundurun.

Ve genelde az kimsenin aklına gelen bir tavsiye de benden: O ufak miktarın ne olacağını önceden belirleyin, bazen düşüncesizce davranıp karşımızdaki insanı bırakın hayal kırıklığına uğratmayı, kızdırabilecek derecede “ufak miktarlar” verebiliyoruz çünkü. Bir turistin İstanbul’da fotoğrafını çektiği pala bıyıklı amcaya 1 TL vermesi gibi. Kişisel önerim bir fotoğrafın karşılığı en azından bir kahve veya bira parası olmalıdır.

Küçük bir tavsiye daha, lütfen ebeveynlerinden izin almadan çocukların fotoğraflarını çekmeyin ve asla çocuklara fotoğraf karşılığında bahşiş vermeyin.

Benim gibi izin istediğinizde modelinizin ister istemez poz verdiğini ve fotoğrafın da büyüsünün bozulduğunu düşünenlerdenseniz diğer bir yöntem uzaktan, çaktırmadan çekmek olabilir. Bunun için de en azından orta düzeyde bir teleobjektifiniz olmalı. Fakat yakalanırsanız “kızgın” bakışlara hedef olabilirsiniz. Tıpkı hemen aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi.

Paro’lu kızgın kadın, Bhutan

Uzaklardan çaktırmadan çekilmiş bir kare. Havana Küba. (Croplanmış)

Swakopmund, Namibia

Tabii bir de izin sorunu var.

Şimdi işin bu kısmında uzun uzun Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda söz edilen “İmajı, fotoğraflananı insan olan fotoğraflardaki hukuki durum” la ilgili uzun ve sıkıcı birtakım maddelerden söz etmektense, izninizle ne anladığımı söylemek istiyorum.

Birincisi kadrajınızdaki insandan izin alın. Tabii ki bunu yazılı yapamayacaksınız, ama izin aldığınızı ifade edebilecek ikinci bir fotoğraf akıllıca olabilir. Ne bileyim fotoğrafını çektiğiniz Ağabey ile birlikte hatta el sıkışırken çekilmiş ikinci bir fotoğraf gibi.

İkincisi bu fotoğrafı sosyal medyada paylaşmanızın bir sakıncası yok. Gönül rahatlığıyla Instagram’a falan koyabilirsiniz. Fakat ne zaman ki bu kare çok beğenilir, bir dergide veya bir reklam afişinde vs yer alır ve siz bu kareden para kazanmaya başlarsınız işte o zaman fotoğraftaki kişiyle aranızda masaya oturup pazarlık etmenizi gerektirecek bir durum ortaya çıkar.

Eğer bir gün bir “Afgan Kızı” yakalamak gibi bir hayaliniz yoksa bu konuyu çok fazla takmayın derim. Tabii ki karenizde yer alan insanları küçük düşürecek fotoğraflar paylaşmamak koşuluyla.

Bir de, Instagram’da başıma geldiği için söz etme gereği duyduğum bir “meme ucu” sorunsalı var… Aşağıdaki Himba Kadını fotoğrafını Namibya’nın Kunene bölgesinde çektim. Instagram’a yükledikten bir süre sonra ise fotoğraf “topluluk kurallarına uymadığı” bahanesiyle site tarafından kaldırıldı.

Himba Kadını, Kunene Bölgesi, Namibya

Fotoğrafın “müstehcenliğini” tartışmaya gerek bile duymuyorum. Fakat fotoğraf kaldırıldıktan sonra bunu facebook ve twitter hesaplarımda da paylaştım ve müstehcenlik konusu dışında bir diğer tartışmanın içinde buldum kendimi.

Fotoğrafı çekerken izin aldım mı? Bu fotoğrafı paylaşmam ne kadar etik?

Tabii ki bu fotoğrafı çekerken yazılı bir izin almadım. Sadece uzaklardan kameramı gösterip, çekiyorum gibi bir hareket yaptım ki, modelim karşılığında sadece evet anlamında gülümsedi. Eğer yanıtı “hayır” olsaydı, doğrudan hayır der veya arkasını dönerdi çünkü. Zaten gittiğimiz Himba Köyü de fotoğraf makineli turistlerin ziyaretine açık bir mekandı.

İş modelin kıyafetine gelirse, –hadi kıyafet değil de giyim tarzı diyelim- bu Himba Kadınlarının geleneksel giyim tarzı. Gündelik hayatlarında bu şekilde giyiniyorlar ve bizler için ayıp veya müstehcen olarak değerlendirilebilecek bu tarz –lafın gelişi, yoksa benim fikrim değil- Himba Kadınları için son derece normal. Dolayısıyla bu fotoğrafta, fotoğraflanan kişiyi rahatsız edebilecek herhangi bir şey yok. Sanki Konyaaltı plajında gözlerden uzak bir köşede üstsüz güneşlenen turistin fotoğraflarını çekip de paylaşmışım gibi bir etik tartışma yaratmanın bir anlamı yok anlayacağınız.

Namibya’ya kadar gitmesini bir kenara bırakın, dünyadan biraz olsun haberi olan bir fotoğrafçının (veya fotoğraf severin) bu kare hakkında içinde izin, müstehcen, etik gibi sözcükler geçen bir tartışma içine girmesi abesle iştigal bence, haksız mıyım?

Ve son olarak; Fotoşop candır ama tadında…

Sıradan bir fotoğraf sohbetinde yeri geldiğinde hemen herkes photoşop’a karşı olduğunu söyler değil mi? Fakat yine aynı sohbete katılanların Instagram hesaplarında sık kullandıkları favori üç beş filtreleri mutlaka vardır.

Kişisel olarak photoshop veya başka bir bilgisayar programı kullanılarak fotoğrafların yeniden düzenlemesine yani havalı tabirle retouch işlemine –yılların Rötuş’u yahu- karşı değilim. Fakat orijinal fotoğraf üzerinde önemli değişiklikler yapmamak koşuluyla. Ki bence hele de bir seyahat fotoğrafı için aksi kesinlikle etik değil.

Sözgelimi gerçekte var olan bir ayrıntıyı, fotoğrafta kirlilik yarattığını düşündüğünüz için silmek.

Bhutan’a gitmeden önce Tiger’s Nest Manastırının harika bir fotoğrafını görüp hayran kalmıştım. O karenin çekildiği noktaya ulaşıp kendi karemi çekmek üzere yerimi aldığımda ise sadece gülümsedim. Zihnimdeki o harika fotoğraf ile karşımdaki manzara arasında ciddi farklar vardı çünkü. Gelmeden önce gördüğüm o harika kareyi çeken fotoğrafçı, fotoşopla dua bayraklarını silmiş, tapınağın bir köşesindeki –kendince- çirkin, çıkıntı yaratan ufak bölümü de ortadan kaldırmıştı… Aşağıda benim aynı noktadan çektiğim kare var, sözünü ettiğim “harika ama hayal kırıklığı yaratan” fotoğrafı ise maalesef bulamadım.

Tiger’s Nest Manastırı, Paro, Bhutan

Ve son olarak paylaşmak istediğim bir fotoğraf daha var. Aşağıdaki fotoğrafı Havana’da Devrim Meydanında  (Plaza de la Revolucion) çektim; Jose Marti Anıtı… Fotoğrafı gören pek çok kişi görüntüyü kirleten o teli kaldırmamı önerdi. Fakat ben fotoğrafın bu halini daha çok seviyorum. Yukarıda demek istediğim tam da bu işte.

Tabii ki bu fotoğrafta teli kaldırmak, Tiger’s Nest’i tıraşlamaya kıyasla son derece masum, hatta kabul edilebilir bir müdahale ama dediğim gibi, ben bu halini daha çok seviyorum. Ne dersiniz?

Jose Marti Anıtı, Devrim Meydanı, Küba. Tele dikkat…

Hala takip etmiyorsanız eğer Instagram hesabım; erozgen
Blogun hesabı da; Renklervemesafeler
Hoşçakalın.

Seyahat Fotoğrafçılığı üzerine bir Deneme” üzerine 16 düşünce

  1. Baştan sona güzel bir anlatım olmuş. Fotoğrafların harika, mütevaziliğin de sınırlarını çizmekte fayda vardır. 🙂
    Kalabalık yerler için bir tavsiye de ben ekleyim.
    Gittiğiniz yerde bir sürü insan var fakat siz insansız halini çekmek istiyorsanız kurtarıcınız kesinlikle uzun pozlama olacaktır. Mümkün olduğunca diyaframı kısıp (f.22 / 32 vs…) uzun pozlama yaparak insanların fotoğraftan silinmesini sağlayabilirsiniz. Işık durumuna göre uygun filtreler kullanmanız gerekebilir.

    • Teşekkür ederim Güneş…
      Haklısın uzun pozlama kesinlikle kurtarıcı, ama çok fazla teknik detaya girmek istememiştim. Tabii ki bir de bilgisayar başında istenmeye görüntülerden kurtulma opsiyonu mevcut:)

  2. Güzel ve anlaşılır bir dille seyahat ve fotoğraf hakkında epeyce şeyler anlatılmış. Yararlanmak isteyen herkese bir katkısı mutlaka olacaktır, teşekkürler. Erotizm ya da 'meme' konusunda yazdıklarınızın bir benzerini ben de yaşadım. Sizin gördüğünüz bir fotoğrafımı, 'kuşatma' başlığıyla vermiş, toplumsal bir ayıbımızı dile getirmiştim, bir fotoğraf kulübünde. Konyaltı Plaj'nda bikinili iki kadının dört köşesesinden Türk erkekleri tarafından kuşatılmış olduğuydu içeriği de. Vay efendim, izin alınmasından, erotizmine değin suçlandıktan sonra, ilk kez bir fotoğrafım yayından kaldırıldı. Sayfa yöneticisine not yazdım, fotoğrafın tekrar yayınlanmasını ve özür beklentimi ilettim, bırakın özürü, yayını bir de beni gruptan attılar 🙂 Bu da başıma gelen ilk 'tart' olayıydı. Kapadokya'dan selamlar, sevgiler. H.H.Dulun

    • Hüseyin Bey yaşadığınız tecrübeyi anımsıyorum, sizi çok iyi anlıyorum.
      Yazıda da dediğim gibi bu yaşadıklarımız "Abesle iştigal" fakat elimizden bir şey gelmiyor…
      Teşekkür Ederim, yorumunuz için

  3. Çok keyifle okuduğum bir yazı oldu zira her seyahatimden en güzel fotoğrafı bir türlü çekememiş biri olarak dönüyorum. Bunun her zaman böyle olacağını da biliyorum. Gezmeyi sevenler için o müthiş fotoğraf hiç çekilemiyor sanırım.
    Emeklerinize, ellerinize sağlık.
    Çantamı alıp yola düşme istediğiyle doldu içim.

    • O "müthiş" fotoğrafı bir türlü çekememek bizi yeniden yollara düşürüyor çoğu zaman sanırım. Fakat ben her seyahatte bir öncekinden daha iyi fotoğraflar çektiğimi düşünüyorum, "müthiş" olmasalar da.
      Teşekkür Ederim.

  4. emeğine sağlık Çağlar…Hem anlatımın güzel ve öğretici hem de hrika fotoğrafların var…Umarım ben de bir gün bu işi daha keyifli yapabilecek kadar öğrenirim..

  5. Emeğinize sağlık, harika fotoğraflarınız eşliğinde bir hayl bilgilendiğim bir yazı olmuş. Gerçekten 'seyahat etmek' ve yaşanılan o anları ölümsüz kılacak karalere dönüştürmek; 'fotoğraf çekmek' bir tutku! Tüm bunlar yaşama sevinci veriyor insana.
    Bu yüzden yollara çıkmaya ve o tatlı yorgunluklara değer…teşekkürler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir